VÜS'AT O. BENER; AH O "DOST"

Bener’in kurgusu, çıplak gerçekliğe uzanan ilişki ile iç dünyadaki karmaşık hesaplaşma arasında çatallaşan bir dille gerçekleşir. İki uçtan birine yaklaşıldıkça diğerinin bulanıklaştığı ve karşıya geçişin mümkün olmadığı bir köprüde sallanıp durur imgelem… Cevat Çapan’a göre, Vüs’at O. Bener, özyaşam öyküsüyle kurmacayı buluşturma ustasıdır. Orhan Koçak, Bener anlatıcısını, “Öznenin çoğul konumlarını anlatabilmek için ‘ben’in birçok kişi olarak kurulması” olarak ta tanımlar (Bir Tuhaf Yalvaç, s 12) Aynı zamanda Bener, “iç dünyanın bir bağış olduğu kadar bir lanet de olduğunu gören ilk yazardır.” Yıllar içinde yapıtlarındaki yaşam kaynağı kurguya göre daha ağır basmaya başlar. Son öykü kitapları Mızıkalı Yürüyüş ve Kara Tren, son romansı anlatısı Bay Muannit Sahtegi’nin notları bire bir oturur kedi hayatına.

Yapıtlarında en temel hareket noktası olduğu kadar, en büyük sorunu da kendisi, kendi kahrolası iç dünyasıdır. “… ben mıymıntıya, hay kısa boyum bosum devrile”  (Buzul Çağının Virüsü , s 15)…  “Oysa şu tırtıllığına bak. Bir ezimlik. Hiç sızlanma. Önüne atılan kemiği havada kapıp kıtır kıtır kemirmeli, güdük kuyruğunu habire sallamalısın ‘daha var mı’ ya.” Kendine bu köpekleşme küçültücülüğünü hak gördükten sonra karşıya döner: ”’Ne olur üzülme diyorum’ kırgınca, sıkılgan. ‘Acı bana. Ne yapalım, ben buyum, bu kadarcığım, semiremeyen bitim. O zamanlan herkes lanetlese de, azbuçuk kahramandım gözünde zahir. Altı fos çıktı. Yıllarca maliye memurluklarında sürünüp duran bir salozu…” (Buzul Çağının Virüsü, s 16)

“Ne biçim erkeksin sen be! İçin kocaman, bol gözenekli sünger. Sıkıldıkça bu bırakıyor. İşte hepsi bu. Doldur mürekkep, al eline berikini, ya da ötekini, yaz, dümbük!” (Bay Muannit Sahtegi, s 35)

Tuzak adlı öyküde küçük bir çocuk içinuyanmış kimi duyguları nedeniyle kendisini yargıladığı düşlemsel bir mahkeme sahnesi kurmuştur.  (Siyah Beyaz, s 81)

Durmaksızın kendisiyle uğraşır; kendine sataşmadan duramaz. “Onurum batsın” (Bay Muannit Sahtegi, s 12)“Madem öyle, eğrisine doğrusuna bakmadan delicesine derler a, yazsam ya, elimden ne geliyor başka? Geldiğine varsaydığıma sarılsam, çözümsüzlüklere lanet yağdıra yağdıra karnından konuşan adamların kolbebeklerine dönüştürmesem kendimi.” (Bay Muannet Sahtegi’nin Notları, s 39)

Yazma uğraşı da dönüp dolaşıp kendini sorguladığı bir aracı olup çıkmıştır. Neden yazacaktır ki? “Neyi, nasıl, niçin kurtarmak? Neden bunca korkmak yıkılmaktan, yok olmaktan. Canlılık rastlantısal oluşumunu, geciktirilebilir avuntusuna sığınmayacağım, tek kuşkulu güvencem, gücüm bu.”

Bu kuşkular kaygılar içinden çıkış yolu yoksa,ya da bulamıyorsa, kendi güçsüzlüğünü en azından kendine itiraf etmekten öte gelir ki elden? “Hadi çabuk, iç çek biraz, zayıflığını kimse görmüyor nasıl olsa.” (Bay Muannit Sahtegi, s 9) “Sonra bırakma, salma kendini, yaz ince eleyip sık dokumadan, kim ne derse desin. Ardına kalmamayı erdem saymak, hele günübirlik kime ne’lik yaşamaları kâğıda geçirmemek; unutulurum kaygısıyla başvurulan sığ yöntemlere tepki burunbüyüklüğüdür; bunca ertelemek, durup dururken kesivermek belki.” (Bay Muannit Sahtegi, s 9)

“Buzul Çağının Virüsü”nde kendi temsilcisine Yaylagülü soyadının seçilişini şöyle açıklar Bener: “Kendisiyle dalga geçme. Salt kendisiyle dalga geçmek ya da o hakkı kendinde bulduğu zaman başkalarıyla, başkalarının bakışını, düşüncesini, algısını eleştiriden geçirme alışkanlığı edinmiş. Dış dünya ile olan ilişkilerinde bu sualtı serüveni süregidiyor.” (Tuhaf Bir Yalvaç, s 102)

Yaşamöyküsel öğelerle örülü anlatıda, anlatıcının kendine dönük yıkıcılığı Bentderesi’ndeki genelevden coplanarak kovalanma hikâyesine varır. Bulduğu evli bir kadını götürdüğü arkadaş evinde sevişirken perde arkasından seyrediliyor olduğunu da anlamıştır. Bener yazınsallığında gizliye, saklıya yer yoktur.

Kendi adına içeri ve dışarı konuşmalarla yetinmez, anlatıda yer alan karısının sözlerini de o döker ortaya. Konuşanlar birbirine karıştıkça sahne aydınlanmaktadır sanki. “Ola ola ne olduk, bir sünepe memurcuk karısı gene. Aklanmasam onu da olamazdın ya! Kenef temizle, hasta hasta soba yak. İçinden çıkılmaz bakkal çakkal hesapları. Yemek, bulaşık, çamaşır. Koş işe, gel eve. Üstüne üstlük türlü hergelelikler, nutuklar, horozlanmalar…” (Buzul Çağının Virüsü, s 17)

Anlatıcı değişkenlikleri, birinci tekilden üçüncü tekile geçip ilk anlatıcıyı farklı bir gözle konuşturmak Bener biçeminin ana özelliklerinden sayılabilir. Buzul Çağının Virüsü, 85-86 ve 100-110 sayfaları arasında bu biçemsel değişkenlik somut örneklerle karşımıza çıkar.

“Her yazı bir yaratmadır, doğru, eğri, iyi, kötü. Yazarına saygılı olmak gerekir. Yazar kendisine saygılıysa tabii!” Bu söylem bir nutuk parçasıdır; işten ayrılırken geride kalan arkadaşlara atılan…

Nutuklar, mektuplar, şiirler, düşsel bir piyesten alınmış konuşmalar da yer alır metinlerde. Arada bir düzmece mahkeme kararı da girer sayfaların içine. Bay Muannit Sahtegi’de Gömütlük Bekçisi ile Ziyaretçi Kadın’ın Zeus ve Aphrodit’i temsilen katıldıkları bir sahnede yaşam sorgulanır (Buzul Çağının Virüsü, 61-62). “Buzul Çağının Virüsü”nde, anlatı kahramanı Osman Yaylagülü’nün arkadaşı Kemal tarafından kaleme alındığı anlaşılan, Yaylagülü’nün müdahil olduğu duruşma tutanakları görülmüş bir davayı her yanıyla aktarmaktadır. Birinci tekilden ben anlatıcı, yazarla örtüşen Yaylagülü, evli olan sevgilisini doktor eşinden yargı kararı ile boşandırmaya çalışmış, ancak arkadaşı olan metnin yazarı sözde yargıç Kemal tarafından evlilik iptali için yeterli delil bulunmadığından bu başvuru geri çevrilmiştir.  Mahkeme tutanaklarında hem sevgilisi Şükûfe, hem doktor eşi, hem de anlatıcının kendisiyle parodik bir dille dalga geçilmektedir. 

........................................................

(DEVAMI YAZARDA)