İSTASYON DERGİ SÖYLEŞİSİ
1: Tıbbiyeli yazarlarımızdansın. Öykü, roman, deneme yazarısın. Çok çalışkan ve hayatın her alanına el atanlardansın ve ben bu huyunu çok sevenlerdenim. Seni ben uzun anlatmayayım diye, sözü sana bırakayım. Bilmediğimiz Alper Akçam için neler söylersin?
Alper Akçam, fazla bilinmeyenli biri değil sanırım… Açık olmayı, adeta bir vitrinde olduğu gibi görünmeyi seviyor; bundan fazlaca çekinmiyor da…
Kuşkusuz özel yaşamında birçok kimsenin bilmediği fırtınalar kopan biriyim de, edebiyatçı olarak, yaşam biçimi olarak yazdığıyla yaşadığını birbirine harman etmeyi, kurgusunun ipuçlarını yaşamın içinden çıkarmayı ve tarihe, olaylara saygılı kalmayı seven bir yazarım…
Hayat karşıma ne çıkardıysa, onun içinde boğuştum. Hiç kaçmadım üzerime düşüyor görünenden… Adeta bir maymun iştahı, bir arı, bir karınca telaşıyla yaşadım; üretmeye çalıştım hep. Yeri geldi devrimci gençlik mücadelesinde, hem de en ön saflarda yer aldım; yeri geldi köylülerimle birlikte orman ve otlaklar için, onların geçim ve yaşam dertleri için onların içinde oldum; tırpan çektim, günlerce güneşin altında öküz boyunduruğunda hotaklık yaptım, gece düzlerde yıldızların altında, hasırların üstünde yattım; üretmeyi çok sevdim; avuçlarımdaki nasırlarla hep onur duydum.
Yeri geldi futbolcu oldum, on beş yıldan fazla lisanslı futbol oynadım; yeri geldi derneklerde, meslek odalarında, sendikalarda, siyasi partilerde üyelik ve yöneticilik yaptım. Hep de “Doğrucu Davut”luk çizgisindeydim. Saplantılı denebilecek bir biçimde adaletli davranmaya çalıştım; en yetkili ve varsıl ile en gariban ve ezilmişi hiçbir yerde birbirinden ayrı tutmadım; kimsenin önünde eğilmedim… Hekim olarak çalışırken de açığa alındım, sürüldüm… Özveri mi denilir buna, bir tür gösteriş budalalığı mı, bilemem. Zamanın koşulları gereği, yedi kez, ameliyatını yaptığım hastaya kan bulunamadığı için kendi kanımı verdim.
Hekim olmamı ailem istemişti, ondan da kaçmadım, somut olanı, cerrahiyi seçtim uzmanlık alanı olarak… Emeklilik hakkımı doldurur doldurmaz da çok kazanan bir cerrahi tıp merkezinin ortağı olduğum halde, meslek yaşamıma nokta koyarak edebiyat alanına geçtim.
Bu alanda da bir düşünce serüvencisi gibi, bir türler delisi gibi dolaştım. Kuramsal okumalardan da uzak kalmadım; kalamazdım... Şükürler olsun diyeyim ki, daha bu edebiyat ve kültür alanına ilk adım attığım yıllarda bir eleştirmenimizin kitabından öğrendiğim Mihail Bahtin adıyla tanıştım. Ovtavio Paz, Franco Moretti, Paulo Freire, Edward Said, İbni Haldun, Hilmi Ziya Ülken… Sonu hiç gelmedi. Toplu olarak okudum yapıtlarını. Bunları devrimcilik yıllarımda başucuma koyduğum, bir kısmını 12 Eylül günlerinde evim aranacakken yakmak zorunda kalıp sonradan yeniden tamamladığım Marks, Engels, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve diğer felsefe kitaplarıyla yan yana koyunca birçok anahtar sahibi bir çilingire benzedim. Yazının ve yaşamın her alanına uzandım. Haddim olmayarak belki, biraz da sivri dilli eleştiri yazıları yazdım. Umberto Eco’dan Ernst Bloch’a, Edward Said’e eleştirmediğim kimse kalmadı sanki. Bir dostumun önerisiyle bu türden yazıları “Academia Edu” adlı bir “internet blogu”na yükledim. Milyonlarca akademisyen ve araştırmacının yazılarının yer aldığı bu alanda, bu günlerde yazdıklarım “Top %1” de ilgi görenler sarasında.
Alper Akçam’da bir bilinmeyen, Dursun Akçam, Ümift Kaftancıoğlu yapıtlarından, yörede anlatılan fıkralardan yararlanarak yazdığı tiyatro oyunları olabilir… Bu oyunlar yıllardır Ardahanlı gençler tarafından Ardahan’da oynanıyor, ne yazık ki de çoğunlukla tek oyun ve Ardahan sınırları içinde kalıyor…
Türk Romanında Karnaval, Anadolu Rönesansı, Orhan Kemal’de Diyalojik Perspektif, Dilin Dört Atlısı (Vüs’at Bener, Bilge Karasu, Leyla Erbil, Oğuz Atay’dan Türkçeye Armağanlar), Romanlarımızda Kurtuluş Savaşı ve Kadınlarımız geniş kaynakçalı, hummalı çalışmaların ürünü kitaplar olarak yayımlandı. Çok ilgi gördüklerini söyleyemem ama, haklarında doğru dürüst bir tanıtım yazısı, bir kampanya olmadığı halde kendi kendilerini yaşattılar, hep arayanları ve okuyanları oldu…