YAZIDA YENİLENEN YAŞAM: YAŞAR KEMAL ROMANI*

Orhan Kemal’de yazardan bağımsızmış gibi duran kahramanlar aracılığıyla yazınsal alana girmeye başlayan Anadolu karnaval yaşamının çoğul dili, Yaşar Kemal’de yeni açılımlar kazanır. Çocukluğundan başlayarak halk içinde, halk kültürüne çok yakın bir gözlemci olarak yaşamıştır Yaşar Kemal. Gözlemci olmanın ötesinde, halk kültürü içinde dünyayı algılamış, onunla yoğrulmuştur. Yıllar boyunca köy köy, dağ dağ, oba oba dolaşıp hikâyeler dinlemiş, âşıklarla konuşmuştur... Destanlar, türküler derlemiştir... Neredeyse elli yılı aşmış Yaşar Kemal yazarlık yaşamı, Anadolu’daki yaşam içindeki karnaval geleneğinin yazıya taşındığı bitmek bilmeyen coşkun, doğurgan, toplumsal bir gözedir sanki.

Yaşar Kemal’in Ince Memed 1’de en insancıl başkaldırı ile başlayan, Dağın Öte Yüzü Üçlemesi’nde kıtlıktan bolluğa geçişi, Akçasazın Ağaları İkileme’sinde kapitalizm ve sanayileşme ile gelen yozlaşmayı kahramanlarının söylemlerinde işleyen romanları, karnaval geleneklerini yaşatan halk bakışıyla, destan sesini andırır bir dizgelemle kendi kronotopu içinde (zaman ve uzam olarak) var olan tüm seslerin, renklerin orkestralanması, romana dönüştürülmesi gibidir. Yaşar Kemal romanlarında, sözlü kültür öğeleriyle bereket kuttöreleri bir araya gelirler; bir yandan da çoksesliliğin parodisiyle karşılaşırlar; romansal yazınsallık içinde yenilenir, yeni bir canla, başka bir görüntüyle zamandaş anlatının içinde var olurlar...

Yaşar Kemal romanı gücünü dilinden ve çoğul biçeminden alır. Yazarlığı boyunca hep değişimden, yenileşmeden yana olan bir yazardır o. Bu bilinçli bir seçim değilse bile, poetikasında kaynayan Anadolu çoğul kültürünün etkisiyle oluşmuş bir adaletli dağılım gibidir... İnce Memed’de, Dağın Öte Yüzü Üçlemesi’nde, Akçasazın Ağaları İkileme’sinde, Bin Boğalar Efsanesi’nde, sonraki dönem yapıtlarında, gruplar halinde ya da tek tek yeni biçemlere geçer, kahramanların, karakterlerin taşıdığı düşünceler değişir, düşüncenin kişinin sosyal, toplumsal durumuyla bütünleşmesinde ayrımlar oluşur. İnce Memed’in köylüsüyle Demirciler Çarşısı Cinayeti’nin köylüsü aynı değildir. Karıncanın Su İçtiği’nde başka bir köylü yapısı çıkar karşımıza. Ağalar, beyler de yapıttan yapıta ses değiştirir, değişik düşünceler taşırlar. İnce Memed’in Abdi Ağa’sıyla Akçasazın Sarıoğlu Derviş’i birbirine hiç benzemezler; yazarlarından bağımsız birer söylem taşıyıcısıdır onlar. Yaşar Kemal, romanıyla bir toplumbilimci olmayı değil özgür kıldığı kahramanlarıyla söze karşı sözler yaşatmayı, söylemler taşıtmayı seçmiş bir yazardır.

Yaşar Kemal yazını, epiğin, yüksek retoriğin, trajedinin, liriğin üslup bütünlüğünü, tek üsluplu doğasını yadsıyan, romanı roman yapan karnaval geleneğinin kaynağından taşmış bir çoğulluktur. Karnaval geleneğinde yaşayan grotesk halk kültürünün, yarı ciddi- yarı komik türlerin, bereket törenlerinden, destanlardan, Sophron pandomimlerinden, Sokratik Diyalog’dan, Menippos Yergisi’nden, Sempozlumcuların edebiyatından bu yana var olmuş canlılığının, Anadolu güneyindeki karnaval yaşamı içinde tarihin ilk çağlarından bu yana zaten yaşanmakta olduğunu tüm canlılığıyla gözler önüne seren bir yazın işlemesi gibidir. 

Yaşar Kemal yapıtları üzerine yapılmış tüm çalışmalarda onun Anadolu halk kültürü ve sözlü kültür öğeleriyle ne denli içli dışlı olduğu, yapıtlarında bu kültürü nasıl içselleştirildiği, biçemine yerleştirildiği açıkça gözlenebilmektedir. Metnin anlatı nesnesi, göndergesinden kahramanlarının oluşturulmasına, biçemde ana dokuyu sağlayan dil yapısının çoğulluğa uygun kullanımına kadar romanların tümünde belirli ayrıcalıklar gözlenir. Yaşar Kemal metninde önce dildeki çokseslilik kendisini gösterir. Eşik uzamlarda, kriz ânlarında yapılanmış sürükleyici olay örgüsü dildeki çoğulluk karşısında gölgede kalır sanki... Kahramanların taşıdığı söylemlerle tarihle bugün, destanla günlük politika karşı karşıya, yan yana getirilir. Grotesk halk kültürünün yenileyici, değiştirici sıcaklığı romanlarının her satırına sızmış, yazıyla konuşma dilini ikisinin de dışında bir başka alanda buluşturmuştur sanki.

Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’nde öğretim görevlisi Necmi Akyalçın’ın yaptığı bir araştırmada, hitap edenin sesini vurgu bakımından güçlendiren, kahramanların söylemine duygulu bir vurgu katan, anlam ve biçime önemli katkıları olan “ikileme” kullanımında Yaşar Kemal’in ne kadar zengin olduğu gösterilmiştir. Türkçe için bir dil karakteristiği ve özgünlük sayılabilecek “ikileme”, aynı sözcüğün yinelenmesi, iki ayrı anlamlı sözcüğün art arda kullanılması, karşıt anlamlı iki sözcüğün yan yana getirilmesi, aynı anlamlı sözcüklerin kullanımı, bir anlamlı bir anlamsız sözcüğün art arda kullanılması biçimlerinde yapılmaktadır. Yaşar Kemal’in 423 sayfalık Tanyeri Horozları adlı romanında 497 çeşit ikileme ile sayfada 1.17 ikileme ortalaması sağlanmışken,  Orhan Pamuk’un 442 sayfalık Kara Kitap’ında 231 çeşit ikileme ile sayfa başına 0.52 ikileme çeşidi varlığı saptanmıştır. (Necmi Akyalçın, Yaşar Kemal ve Orhan Pamuk’un Romanlarında Kullanılan İkilemeler, Kıbrıs KIBATEK - Yakın Doğu Üniversitesi 11. Edebiyat Şöleni Kitabı, s. 352).

İkileme karşılaştırması salt filolojik, dilbilimsel bir çaba olarak değerlendirilmemelidir. İkilemeler sözcük vurgusu açısından büyük değer taşırlar. “…bir sözcüğü yaşayan bir şey kılan tam da vurgusunun çoğulluğudur  (multiaccentuality). Sözcüğün vurgusunun çoğulluğu sorunu ile anlamların çoğulluğu sorunu arasında yakın bir bağlantı kurulması zorunludur” (V. N. Voloşinov, Marksizm ve Dil Felsefesi –Dil İncelemesinde Sosyolojik Yöntemin Temel Sorunları-, Ayrıntı yayınları 2001, s. 139).

Demirciler Çarşısı Cinayeti’nde Yel Veli’nin günler, kilometreler, yüz kilometreler süren bir kaçışı, gördüğü düşler, canlanan söylenceler, destanlar vardır ki, Yaşar Kemal karnavalını çağdan çağa, uzamdan uzaman dolaştırır; bugünden düne, dünden yüzyıllar önceye gider gelir imgelem... Zaman zamana kavuşur, dağ ovaya, peygamber insana, ceylan suya, Nemrut beye... Yan yana, karşı karşıya durur çağlar, uzamlar. Koştukça koşar Yel Veli, yürüdükçe yürür. Akçasaz’ın bataklığından vurur Adana’ya iner. Oradan Mersin’e, Tarsus’a... Yayan yapıldak!... Arkasında efsaneler, önünde masallar. Yel Veli’nin koşan bacakları, çarpan yüreğinde yenilenen yaşam, değişim, dönüşüm... Her kıpırdayan gölgede yeni bir düş, her görüntüde bitmeyen bir düşlem...

İnce Memed, ağalığa karşı mücadelesiyle topluma bolluğu getiren mitolojik kahramanlar Adonis, Otis’ten bolu Beyi’ne karşı direnen Köroğlu’na, oradan günümüz toplumuna geçişin izlerini taşır. Batı toplumu menippea’larında da bolca örnekleri görülen “soylu haydut”tur o...

İnce Memed’deki Abdi Ağa, Oğuz Destanı’ndaki gergedanı, Battal Gazi’deki ifriti temsil eden bir karakter gibidir (Berna Moran...). Memed’in Abdi Ağa’yı öldürmesiyle bereket olur. Her yıl tekrarlanan bir ayinle anılmaya başlanır İnce Memed’in destansı eylemi. Destan, soylu eşkıya anlatıları ile zaman zaman fanteziye varan kurgulama gücünün karmaşası gözlenir İnce Memed’de.

Bahtin’in “Karnaval, geçmiş bin yılların dünyayı tek bir büyük komünal edim olarak duyumsama yoludur” değerlendirmesini anımsayıp Yaşar Kemal’in Ince Memed’i destan, kuttöre harmanı bitirişiyle bu doğrultuda küçük bir ışık yakabiliriz. 

“Gün bir adam boyu yekindi. Gölgeler uçsuz bucaksız batıya doğru uzandı. Islak at tepeden tırnağa ışığa boğuldu. Her yanı pırıl pırıl. Öyle dimdik. (...)

Çift koşma zamanıydı. Dikenlidüzü’nün beş köyü bir araya geldi. Genç kızlar en güzel elbiselerini giydiler. Yaşlı kadınlar sütbeyaz, sakız gibi beyaz başörtü bağladılar. Davullar çalındı... Büyük bir toy düğün oldu. Durmuş Ali bile hasta haline bakmadan oyun oynadı. Sonra bir sabah erkenden toptan çakırdikenliği ateşe verdiler.

İnce Memed’den bir daha haber alınamadı. İmi timi belirsiz oldu.(...)

O gün bugündür, Dikenlidüzü köylüleri her yıl çift koşmadan önce, çakırdikenliğe büyük bir toy düğünle ateş verirler. Ateş, üç gün üç gece düzde, doludizgin yuvarlanır. Çakırdikenliği delicesine yanar. Yanan dikenlikten çığlıklar gelir. Bu ateşle birlikte de Alidağı’nın doruğunda bir top ışık patlar. Dağın başı üç gece ağarır, gündüz gibi olur.”  (İnce Memed 1, YKY’da 5. Basım, Şubat 2005, s. 435-436)

 

Yaşar Kemal, belli bir ideolojik yapısı, bütünlüklü bir dünya görüşü olan bir yazar olmasına karşın, bilinen kalıpları, belli sonlara yönlenen söylemleri romanına taşımaya kalkışmamış, yazarlık yaratıcılığı ve öngörüsü ile, kendi birey içselliğinden ödün vermemiş, hakikati kendi söylemi, yaşam gerçekliği içinde sınamaya girişmiştir. Özel yaşamında gerici, tutucu Dostoyevski’nin karakterlerine sağladığı özgürlüğü sosyalist Yaşar Kemal de karakterlerinden, anlatısından esirgememiştir. Onlara kendi gözleriyle gözlemletmiştir dünyayı, kendi içsellikleri ile konuşturmuştur. Onun destanlara, masallara düşkün o anlatıcı kimliği anlatıda baskın olmaya, öne çıkmaya başlayınca bir yeni ses katmıştır anlatıya, bir parodi öğesi ile, yücelttiği, tartışılmaz kılınmış değerlerini yerle bir etmiş, “hakikat sınamacılığında” yansızlığını sergilemiştir.

Güne ilişkin, yaşadığı çağa ilişkin somut çözümlemeler, önermeler işaret etmek yerine, bugüne uğrayan yolu çizmeye, yol üzerindeki patikaları, sağa sola sapmaları ayrıntısıyla işlemeye çaba göstermiştir.

Orta Direk (1960), Yer Demir Gök Bakır (1963), Ölmez Otu (1968)’nun oluşturduğu Dağın Öte Yüzü Üçlemesi’nde kahramanlara ait bir biyografik yapı, süreklilik ya da evrilme çabası yoktur. Her romanda ayrı bir karakter öne çıkar, kahraman olarak soyunur. Karakterlerin iç dünyalarında, birbirlerine bakışlar, tersine dönüşler gözlenir. Orta Direk’te Uzunca Ali ve Meryemce, Yer Demir Gök Bakır’da Taşbaş, Ölmez Otu’nda Memidik öne çıkarlar. Bir kişinin ya da ailenin değil, tüm köyün romanıdır üçleme; tüm hayata uzanmaya çalışan bir anlatı gibidir... Kutsal olanla sıradan olanın sürekli yer değiştirdiği, değer yargılarının, insanlara biçilen niteliklerin alt üst olduğu, kahramanların söylemler çatıştırmak, söylemler taşımaktan öte bir uğraşlarının olmadığı bir karnaval yeridir...

Yer Demir Gök Bakır’da tüm köylülerin Adil Efendi’nin korkusundan mallarını birlikte mağaralara saklamaları, birlikte sevinip birlikte sabırsızlanmaları, Adil Efendi gelmeyince birlikte öfkelenip uygunsuz şeyler yapmaları, hep birlikte Taşbaş’ı ermiş katına yüceltip onun liderliğinde sıkıntıyı, korkuyu savmaya kalkmaları, berekete, bolluğa ermeyi ummaları, bir sonraki roman Ölmez Otu’nda Taşbaş’ı tahtından indirip sıradan birisi gibi, hatta bir sahtekâr gibi görmeleri, Bahtin’in Hristiyan Batı kültüründe bulduğu, antik tarihten bu yana süregelen karnaval geleneğini vurgular. “Başka bir temel öğe de hiyerarşik düzeylerin tersine çevrilmesiydi: Soytarı kral ilan edilir, “deliler bayramı”nda soytarı bir başrahip, piskopos ya da başpiskopos seçilir, doğrudan doğruya papanın yetkileri kapsamındaki kiliselere sahte papa bile seçilirdi.” (M. Bahtin, Karnavaldan Romana, s. 102) Tüm karnaval imgeleri ikicidir. Tüm tahta çıkarmaları bir tahttan indirme izleyecektir (M. Bahtin, a.g.y., s. 241) Doğum ve ölüm, hayır duası ve kargışlama, övgü ve yergi, gençlik ve yaşlılık, üst ve alt, iç ve dış, yüksek ve alçak; tahta çıkarma, aziz ilan etme de tahttan indirme, sıradanlaştırmayla, alaycı dışlama ile biter (M. Bahtin, a.g.y., s. 242-244-248).

Yaşar Kemal biçemi değişkendir, kendini sürekli yenilemeden yanadır. Anlatıcı değişen bir biçemle çevresine seslenirken, kime ait olduğu bilinmeyen epizodlar, yeni sesler girer romana... Metin anlatıcısının dışında birisinin sesiyle sarsılmaktadır sanki. Kahramanların hep birlikte konuştukları, ya da anlatıcıyı uyarmaya, dalgınlıktan, tekil anlatıdan kurtarmaya çalışan, dışarıdan bir toplu sestir sanki diyalojiye giren: “O iyi insanlar o güzel atlara bindiler çekip gittiler”, “Mıstık ölecek, ölecek.” “Uso, dedim, Uso kalk yürü. Kalk yürü Uso. Kalk ayağa” ...

Ölmez Otu’nda Dede Korkut anlatılarını andırır bölüm başlıkları konmuştur. İtalik yazımlı bölüm başlıklarında destansı bir havayla, bölümle ilgili kısa özetler verilir. Tüm Yalak köylüsü, resmi iktidar temsilcisi Muhtar Sefer’in karşısındadır. Tabaşoğlu’nun gösterdiği doğrultuda kendi karıları ve çocukları da içinde olmak üzere hiç kimse onunla konuşmamaktadır. Muhtar Sefer, ciddiyeti, resmi söylemi, yararcı aklı temsil eden bir öğe olarak karnaval hayatının dışına atılmış, cezalandırılmıştır. Konuşma, Dostoyevski’nin yapıtlarında ve Bahtin’in saptamalarında çok önemli bir yer tutar. Bahtin’e göre insanın yaşıyor olduğunun tek belirtisi henüz son sözünün söylenmemiş oluşudur; bu hayatın değişimine işaret eden çok önemli bir vurgudur. Muhtar Sefer’e seslenmeyerek onun konuşma ve yaşama hakkını elinden almış gibidir köylü; tekilliğe, tekdüzeliğe mahkum edilmiştir, yaşamın değişken doğasından uzağa düşürülmüştür. Halkı muhtar karşısında bir araya getiren, mitolojik bir nitelik kazandırılmış Taşbaşoğlu’dur. Aynı zamanda kuttörelerin, bereket törenlerinin odağındaki yarı tanrı yarı insandır Taşbaşoğlu.

Meryemce Ana, periler ülkesine gitmeyi düşlemektedir. Köyün delisi Vurgun Ahmet, onlara göre periler padişahın kızıyla evlenmiştir. Meryemce, Vurgun Ahmet’in ardına düşüp periler padişahına varmayı kurar düşleminde. Yakışıklı, kocası gibi ince uzun bir adamdır padişah... Meryemce’yi tahtının yanıbaşına oturtur, elini öper... İnsanlar içinde yalnız ona saygı duyduğunu söyler. Yüz kişilik bir sofra kurdurur. Sofrada neler yoktur ki... Oğlu Uzunca Ali’nin köyde bir başına bırakıp gittiği, günlerdir kuru yufkaya talim eden Meryemce’nin düşlemlediği sofrada bir kuş sütü eksiktir.

Meryemce’nin düşleminin ortasında, Vurgun Ali gerçekten de çıkagelir. Meryemce Ana onca yakarır, yalvarır ama bir türlü kendisini de periler diyarına götürmeye ikna edemez Vurgun Ahmet’i... Vurgun Ahmet değnekten atına atlar, at gibi kişner, sürüp gider. Meryemce de arkasından... Değnekten atlar, at taklitleri, şaman geleneğinin ritüel parçaları olarak anlatıda yerini almıştır. Ölüler, periler diyarlarıyla gerçek dünya da yan yana dururlar. Karşı karşıya hatta... Kendisini periler ülkesine götürmesi karşılığında Vurgun Ahmet’e yakalayacağı bir horozu kesip pişirmeyi düşleminde kuran Meryemce, Vurgun Ahmet değnekten atıyla çekip gidince küplere biner. 

 

(DEVAMI YAZARDA)