KADINLAR GÜNÜ ÜZERİNE (EYLEM ŞENTÜRK SÖYLEŞİSİ)

-Bir yazınızda 8 Mart'ın 'Dünya Emekçi Kadınlar Günü' olduğuna dikkat çekmişsiniz. Toplumun çoğunluğu bu günü 'Kadınlar Günü' olarak anıyor. Hangisini kullanmamız doğru? Eğer 'Emekçi kadınlar günü' dersek bir ayrım yapmış olur muyuz?

 

Her ikisinin kullanılması da kadının bugünkü toplumsal durumunu anımsatması bakımından yanlış değil… Sınıflı toplumla birlikte kadının hem kültür, hem dil olanakları bakımından toplumun gerisine itilmiş olması gerçeğini değiştirmez. Kadının cins ayrımcılığına karşı çıkan bir bakış açısıyla toplumda hak ettiği yere ulaşabilmesi açısından mücadeleyi başlatan eylemin ve düşüncenin odağında da çalışan kadının önemini başat gösterebilmesi açısından “Emekçi Kadınlar Günü” kavramının unutulmaması çok önemli…
Kadının toplumsal ortamdaki yerini tarihsel süreç içinde incelediğimizde, ateşin bulunmasıyla birlikte güçlenen ve çoğalan insan toplumlarının başlangıcında bir cins ayrımı olmadığını görürüz. Avcı ve toplayıcı toplumlarda ateşin bekçisi olan kadın toplumun da önderidir. Tarihöncesi toplum da diyebileceğimiz, yazının, paranın, devletin olmadığı toplumlarda ANAŞAHLIK yapısı egemendir. Kadın toplumun öncüsü, doğuranı ve doyuranıdır. Sonraki dönemlerde baskın olmaya başlayan erkeğin ŞAMAN önderleri de kadını taklit ederek, kadın gibi giyinerek kadının egemen olduğu dönemlere özlemi dile getiren bir davranış biçimi içinde olmuşlardır.

Ortaçağ yaşam biçimi erkek egemen ekonomik, politik ve kültürel bir yapı üzerine kurulur. Her toplumsal boyutta erkek önde, kadın bir kullanım nesnesi olarak toplumun gerisindedir. Derebeylerin, toprak ağalarının çevredeki toprakbendi, serf, yanaşma, köylü gibi farklı adlarla tanımlanabilecek kendine ekonomik olarak bağlı zümreler içindeki kadınlar üzerinde tartışılmaz bir ekonomik ve cinsel egemenliği vardır. İlk gece hakkından alıp birden çok evlilik hakkına kadar götürebileceğimiz bu durumu somutlayan ilişkileri bu bağlam içinde düşünmeliyiz. Farklı ortaçağ toplum ilişkilerinin ortak özelliği, erkeğin kadın üzerindeki tartışılmaz üstünlüğüdür diyebiliriz. Tarihsel süreç olarak cinsler arasında görülen bu eşitliksizci durumun başlangıcı, hayvan ehlileştirilmesinin başladığı, tarihçi Henry Lewis Morgan tarafından tanımlanıp F. Engels ve diğer Marksçı bilim adamları tarafından da kullanılan “Orta Barbarlık” konağına kadar uzanıyor olmakla birlikte, yerleşik toplum, tarım toplumu oluşmasıyla sürecin hızlandığını görürüz. Köleci toplumla birlikte alınır satılır bir seks nesnesi olarak işlem görmüş, tüm ortaçağ toplumlarında çevrede yaşayan tüm kızlar ve kadınlar derebeyinin malıymış gibi değerlendirilmiştir. Erkeğin birden çok kadınla evlenme hakkına sahip olması böyle bir anlayışın ürünüdür.

Kapitalist toplumla birlikte kadın ucuz işgücü kaynağı olarak görülür ve kapitalizmin insanı öğüten dişleri arasında insanlık dışı koşullarda çalıştırılmaya başlanır. Kadının üreten bir varlık olarak kullanılması, kadının “kendisi olarak varlık olma”, “eşit haklar için mücadele etme” yolunu da açmış olur. Kadın hakları için verilmeye başlanan mücadeleye “Emekçi Kadınlar Günü” olarak ad verilmesi, bu durumun tarihsel gerçekliğini de göz önüne sermiş olur.

 

-8 Mart'ın tarihsel önemi bir yana ülkemizdeki önemi ve yeri nedir?

Ülkemizde kadın haklarıyla ilgili mücadelenin tarihine baktığımızda,  ancak 20. Yüzyıl başlarına kadar gidebiliyoruz.

Ülkemizde 20. Yüzyıl ve Cumhuriyet öncesine kadar ikili bir yaşam vardı. Özellikle toprakta kesim düzeninin başladığı Yavuz sonrasında yozlaşan toplumsal yapıda, padişahlık yönetimi ile halk yığınları arasında derin bir uçurum oluşmaya başlamıştır. Arap ve Bizans medeniyetlerinin etkisine giren merkezi yönetim halkla bağlarını koparmış, erkek egemen bir kültür öne çıkmıştır.

Osmanlı imparatorluğu döneminde, Anadolu’da halk kültürünün seküler boyutu göz önüne alındığında, kadının şehir ve kasabalara göre daha özgürce bir yaşam içinde olduğunu gözleriz.

Türkiye’de de daha çok erkeklerin öncülük ettiği, şehir toplumundaki çalışan kadınların cins ayrımcılığına karşı mücadelenin başlangıç tarihi 1921’dir.

Ülkemizin özgür toplumsal koşulları gereği, kadın haklarının bir kısmı, kendisi de büyük ölçüde erkek egemen bir yapı olan Cumhuriyet kurucu düşüncenin armağanı olarak verilmiş gibidir. Batı toplumundaki mücadelenin kadınlara sağladığı birçok olanak Türkiye’de Mustafa Kemal ve arkadaşları tarafından kadınlarımıza tanınmış, birçok Batılı kadından önce Türk kadını seçme ve seçilme hakkına sahip olmuştur.

 

-Sizce Türkiye'deki kadınlar haklarını arayabiliyor mu?

Ülkemizde kadınların kendi hakları ve toplumsal konumları üzerinde yeterince bilinçli olduklarını söyleyebilmek çok zor. Özellikle de Ortaçağ anlayışını temsil eden cins ayrımcılığı, kadın ve erkeğin toplumsal alanlarda farklı konumlarda tutulması, kadının başının ve bedeninin sıkıca örtülmesi gibi uygulamaların yaşama geçirilmesi için daşatılan politikalarda kadınların birer etkin politik militan olarak sahnede yer alması, kapanmak için mücadele ediyor görünmesi çok ironik bir tablo oluşturuyor.

Kadını ikincil cins gören politikacıların toplantılarına katılıp onları çığlık çığlığa alkışlayan, destekleyen kadınların durumu tam bir “kara mizah” tablosu olarak görülüyor.

Şehirlerimizde kadınlarımızın hem kendi hakları,  hem toplumsal adaletsizliklere  karşı, özgürlükler uğruna verdikleri mücadele de onur verici bir biçimde sürüyor. Taksim Gezi Olayları sırasında kendisine su sıkan polis araçlarına karşı yiğitçe ayakta duran kadınlarımız dünya kadınları için örnek oluşturdu.

-AKP hükümeti döneminde kadın cinayetleri %1400 oranında artış gösterdi. Bunu nasıl yorumlarsınız?

AKP iktidarı döneminde kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin çoğalmasında iktidarın, egemen olan politik anlayışın kadına bakış açısı etken olmuştur. Kadını toplumun gerisine iten, yapacağı doğum sayısına kadar ona buyurmaya çalışan bir anlayışın farklı ürün vermesi beklenemez. Kızları eğitim ve iş alanından uzaklaştırmaya, erken evlenmeye yönlendirecek 4+4+4 eğitim sistemi bunun en somut örneğidir. İktidarın etki alanında davranan yargı da ne yazık ki, bu durumu hoş gören bir tutum içine girmektedir. Küçücük kızları taciz eden, toplu tecavüzlere girişen erkeklerin mahkemeler tarafından kolayca salıverilmeleri de hukuksal bir yara oldu, kanadı. Toplumsal tepkiler ve özellikle de kadınlarımızın bu duruma yönelik itirazlarıyla dene sağlanmaya çalışılıyor.

- Türk toplumunun kadına bakış açısı nedir? 

Türk toplumu heterojen bir yapı gösteriyor. . Farklı toplumsal kimliklerle yaşıyoruz. Köylerimizde kadın odlarıyla anılan köyler vardır. Toplumbilim ve halkbilim çalışmaları bu durumu gözler önüne seren örneklerle doludur. İlhan Başgöz’ün Güney illerindeki bu toplum düzeni üzerine ilginç gözlemleri vardır: “Benim tamamını okumakta güçlük çektiğim bu şiirler (okuma güçlüğü, şiirlerdeki açık saçık anlatım, erotik öğelerden kaynaklanıyor –bizim notumuz-), ancak konar-göçer Türkmenlerin obalarında söylenebilirdi. Bugün bile Toros’un Yörükleri arasında yaşayanlar, onlardaki kadın erkek ilişkilerine şaşar kalırlar. Bana 1967 yılında Göller yaylasında bir çadırda, en açık saçık bilmeceleri, 17-19 yaşlarında iki Yörük kızı yazdırdı. Hem de babaları karşılarında oturuyordu. Kuyudan su çekmek, odunu balta ile parçalamak, ekmek, yemek yapmak, keçileri sağmak, kilim dokumak, çadıra gelen erkek konukları ağırlamak hep bu kızların omuzlarına düşüyordu.” (İ. Başgöz, Folklor Yazıları, s 158)

İlhan Başgöz’ün anıları arasında, kadını tarafından yörük çadırından kovalanmış bir erkekle yaptığı konuşma da yer alır.

 

Anadolu’nun birçok yöresinde, özellikle göçebe toplum geleneklerinin hâlâ canlı olduğu bölgelerde, Kuzeydoğu Anadolu gibi, çok kültürlü coğrafyalarda, kadın erkeğin yanında yer alabiliyor olmakla birlikte, bir yandan da bir değişim yaşanıyor. Din istismarcısı ve Ortaçağ anlayışının yönlendirdiği egemen politikanın kışkırttığı bir örtünme ve ötekileşme-ötekileştirme politikası ile Anadolu kadını da kapanmaya, evine çekilmeye, edilgen bir yaşam biçimini benimsemeye başladı. Düğünlerde,  örenlerde, taziyelerde, toplantılarda ayrı oturmalar, ayrı yer almalar giderek arttı sanki.

Cumhuriyetin modernleşme çabasının önderi olan öğretmen köyden çekildi, onun yerini hem söylem, hem davranış biçimi olarak kapalı, ayrımcılığı körükleyen kadrolu imamlar ve devlet görevlileri aldı. Toplumsal karmaşa devam ediyor. 

İktidar politikalarının şu anki yapısı değiştiğinde, baskıcı, ötekileştirici kültür bugünkü gücünü yitirdiğinde, geleneklerimizde zaten var olan eşitlikçi, özgürlükçü, cinsler arasında ayrım yapmayan yaşam yeniden güçlenecek, kadınlarımız erkeğin yanı başındaki yerini alacaktır.