SELAM OLSUN İLHAN BAŞGÖZ'ÜN YÜZ YAŞINA

 

İlhan Başgöz, Cumhuriyet’le yaşıt önemli bir aydınımız, çok değerli bir halkbilim ve folklor araştırmacımız…
Daha var yüz yaşına… Cumhuriyet’le yaşıt kendisi… 1923 Sivas / Gemerek doğumlu.
Yanında halkbilim ve folklor çalışmalarına asistan olarak başladığı Pertev Naili Boratav’ın Dil Tarih’teki kürsüsü Batı'ya ülkesini yağmalattırma hevesindeki gerici-bezirgân politikacılar tarafından özel yasa ile kapatılınca burslu olduğundan zorunlu görev olarak atandığı lise öğretmenliği bile çok görülmüş, açığa alınmış, yargılanmış, tutuklanmış, başına gelmeyen kalmamış. 1960 yılında Ford Bursu aracılığıyla gittiği ABD’de ise Los Angeles ve Berkeley üniversitelerinde bilim adamlığına yükselmiş... 1967’de Doçent, 1976’da profesör olmuş. 1983 yılında Amerika Folklor Derneği Onur Üyesi seçilmiş. Yine de ille de vatanım diyerek ülkesine dönmüş, Boğaziçi ve Bilkent üniversitelerinde dersler verdikten sonra Van 100. Yıl Üniversitesi’ne geçmiş. FETÖ tescilli savcıların başlattığı ilk büyük kumpas davası 2004 yılında burada başlamış, üniversite sekreteri cezaevinde intihar etmiş, İlhan Başgöz için de “Köroğlu’nun aşkları” nı anlattığı için dava açılmaya kalkışılmıştı. Sonrasında da vazgeçmemiş bilim ve halk kültürü adanmışlığından; ODTÜ’de çalışmalarına devam etmiş.
Bilmeceler, tekerlemeler ve manilerle ilgili çalışmaları eşsiz... Kars Ardahan yöresine, memleketime kadar gitmiş araştırmaları için. Toros yörükleri arasında tuttuğu notlar ayrıca çok değerli...
İlhan Başgöz’ün yaşam öyküsü, ülkemizdeki gericiliğin kirli ve çıkarcı yüzünün, bilim ve halk karşıtlığının örnek ve somut bir göstergesi…
Türk Romanında Karnaval adlı, halk kültürümüz ile edebiyatımız arasındaki ilişkileri sorgulayan üç yıllık çalışmamda Başgöz hocadan ve özellikle Folklor Yazıları adlı kitabından çok yararlanmıştım.
Ürün Yayınları, Prof. Dr. İlhan Başgöz’ün “Atatürk’e ve Türkiye Cumhuriyeti’ne Selam, Sevgi ve Saygı” başlıklı notlarını “İlhan Başgöz 100 Yaşında” kapaklı küçük bir kitapçık olarak yayımladı. Bu küçük kitap, kendi ülke tarihini somut bilgiler ve veriler ışığında bir kez daha gözden geçirmek isteyenler için yaşayan bir hazine gibi…
İlhan Başgöz, kitabın ilk sayfasına, “Acaba tarafsız olabilir miyim?” sorusu ile başlıyor… Onun gerçeklik, bilim ve insanlık karşısındaki tarafsızlığı, hiç önyargısız adam gibi adamlığı, yaşamının da yazdıklarının da her adımından, her harfinden balçığın sıvayamayacağı bir gün gibi ışıldıyor. “Ancak yazdıklarımın doğru olmasına ve sağlam verilere dayanmasına gayret gösterdim” (sayfa 8) demesine hiç gerek yok… Hemen daha giriş sayfalarında Sakarya Savaşı’nda albayların en ön siperde Memetlerle omuz omuza çarpıştığını ve bu savaşa bu nedenle “subay savaşı” dendiğini öğreniyoruz. Sarıkamış’ta aç ve çıplak, donarak ölen askerlerimiz için bir anıt yaptırılmasını öneriyor ve “oraya ayaz işlemez kürklü gocuğu, Astragan kalpağı ile Enver Paşa kondurulmalı, altına da bir Sarıkamış ağıdından şu dizeler kazılmalı” diyor: “Biz Urus’a yenilmezdik, askeri kırdıran Enveri Paşa…”
Tarsus tren istasyonunda yazması omuzuna düşmüş, ak saçları darma dağın, bir vagon penceresinden diğer vagon penceresine koşarak çul çaput içinde, hasta, perişan, vagonlarda çuvallar gibi istif edilmiş asker döküntüleri içinde oğlunu arayan “Mehmedimi gördünüz mü, Mehmedim nerede” diye soran anaya, Falih Rıfkı'nın “Ana biz senin Mehmedini kumarda kaybettik,” deyişini aktarıyor… (sayfa 6)
Cumhuriyet’in eleştirel bir değerlendirmesine geçiyor Başgöz… Tanınmış ekonomi uzmanı Herslog’un "1930’lu yıllarda, Türkiye’nin planlı sanayileşmesini bütün dünyada sadece Japonya geçmiştir,” anlatımı var notları arasında. Aynı devletçiliğin görünmeyen yüzünde besleme finans kapitalin hazır yeyiciliği sırıtmaktadır. Vehbi Koç’un “Özel girişimi Türk devletçiliği beslemiştir;” sözü çıkar ortaya. Aynı Vehbi Koç, halk uyanışı için mücadele eden aydınları kırmış 12 Eylül 1980 faşist darbesini gerçekleştiren Kenan Evren ve arkadaşlarını kutlayacak, suçluların bir an önce cezalandırmasını isteyecektir…
“Cumhuriyet doğuda Şeyh Sait hareketini kanla, silahla ve zulümle bastırmış olmakla eleştirilmiştir. Cumhuriyet’in dördüncü yılındayız. Yeni devletin güvenliği zor sağlanmış. Halifelik kaldıralı üç yıl olmuştur. Kurtuluş Savaşı yıllarında Mustafa Kemal’e işbirliği yapan paşaların bir kısmı Hilafetin kaldırılmasına karşı çıkmıştır. Lozan’da Musul petrolleri sorunu çözülememiş ve Lahey Adalet Divanı’na gitmeyi kabullenmişiz. (…) Hükümet isyanla uğraşırken Lahey Adalet Divanı toplanmış ve Musul petrollerinin İngilizlere bırakılmasına karar vermiştir. Şeyh Sait yargılanmasında ele geçen deliller bir tarafa bırakılsa bile, isyanın İngilizlerin işine geldiği, onlar tarafından kışkırtıldığı açık değil midir?” (s 17)
“Osmanlı medreselerinde son yıllara kadar anadilimiz Türkçe okutulmazdı. Türkiye Cumhuriyeti, anadilini okutmayan ve kültürü yalnızca küçük bir azınlık için böyle çetrefil, anlaşılmaz bir dille aktaran, müsbet bilimlere programında yer vermeyen medreselere elbet göz yumamazdı.” (s 18)
Cumhuriyet ekonomik ve bilimsel olarak özgür gördüğü üniversitelere 1933 yılına kadar dokunmamıştı. 1930’ların başında fotoğraf makinesine poz veren, resim çektiren öğrenciler hakkında din kurallarına aykırı davrandığı için soruşturma açtıran bu yapı öyle mi kalsaydı diye sorar İlhan Başgöz hocamız... (s 23)
O tarihten sonra Yahudi ve solcu oldukları için Hitler'in eli kanlı bir diktatör olarak yönettiği ülkelerinden kaçmak zorunda kalan çok sayıda Alman bilim adamı bizim üniversitelerimizin gelişmesinde önemli bir rol oynayacaktır. Aynı bilim insanları 1945 yılından sonra başlatılan cadı avıyla ülkemizden ayrılmak zorunda kalacaklar, tümü de Avrupa ve Amerika’da çok önemli bilim kurumlarının başına geçeceklerdir… (s 28-29)
Tarım üreticisi yerine toprak ağalarına, tefecilere kredi veren bankaları, tarım yerine asalak kapitalistleri destekleyen devlet politikalarını da eleştiriyor Başgöz… Ülkeyi yönetenlerin ve halk adına konuşanların halktan kopukluğuna vurgu yapıyor. “Daha 1934 yılında 3339 işçi üyesi olduğu rapor edilen Halkevi’nde ben tek bir işçi üyeye rastlamadım,” diyor (s 47)
Cumhuriyet tarihinin canlı tanığı İlhan Başgöz; “Ben, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde devlet babanın verdiği bursla, 6 kişilik bir aileyi geçindirerek okudum,” demeyi de ihmal etmiyor. (s 31)
Yediği ekmeği, gördüğü iyilikleri de unutmuyor.
İlhan Başgöz’e ve birçok namuslu aydınımıza olmadık kötülüğü yaptı bu ülkeyi yöneten gerici zihniyetler.
Onların yazdıkları da yaşamları da bizim için ders gibidir… Keşke din bezirgânlarıyla omuz omuza safta durmuş, kendi ülke tarihlerini Batılı Şarkiyatçılar’dan öğrenmeye kalkan liberal geçinen aydınlarımızda da azıcık İlhan Başgöz namusu bulunsaydı…
Kutluyorum Ürün Yayınları’nı. Konur Sokak 36/13 Kızılay- Ankara… Yolu oralara düşenler uğrayıp alıversinler kitabı… Bir paket sigaradan daha ucuz ederi; ama bir yaşayan hazine değerinde…
Selam olsun İlhan Başgöz’ün yüz yaşına, selam olsun namusuna…

14 Eylül 2019, Alper Akçam