AFSAD KONUŞMASI

Sanatın düşünsel boyutu üzerine ilk akılcıl çözümlemeleri yapmış olan Aydınlanma düşüncesinin kurucusu Emanuel Kant, Yargı Gücünün Eleştirisi adlı ölümsüz yapıtında şöyle diyor: “Yargı gücünün eleştirisi, saf aklın yasa koyucu gücü (ki zorunluluk fikrini ima eder) ile pratik aklın yasa koyucu gücü (ki özgürlük fikrini ima eder) arasında insan figüründe yaşanan yarılmayı gidermeye ve bu iki yasa koyucu güç arasında bir ara terim (Mittelglied) yaratmaya girişir. Bu ara terim (ereklilik fikrini ima eden) yargı gücüdür. “ (Kant, Critique of Judgemenet, Oxford 1952, s. 14-5, anan Moretti, Mucizevi Göstergeler, s 41) Kant, doğa bilimlerin yarattığı, olgulara ilişkin yargılarla değer yargıları arasındaki yarılmanın düş kırıklığını giderme yolları üzerine düşünürken bunları dile getiriyor. Yargı gücümüzün bedensel özelliklerimiz ve toplumsal edimlerle oluşmuş kavrayışlarımızla çatışması, deyim yerindeyse, bedenimizle ruhumuz arasında oluşmuş bir boşluğu dolduracaktır.

Kant’ın Yargı Gücünün Eleştirisi’nde, Schiller’in İnsanın Estetik Eğitimi Üzerine adlı yapıtında dile getirdikleri İtalyan Edebiyat Sosoyoloğu Franco Moretti tarafından şöyle özetleniyor: “…sanatın sağladığı çözüm, temsil ve teşvik ettiği ahenk, hiçbir yerde ciddi ciddi toplumun tamamına önerilecek bir model olarak – yarılmayı onaracak bir ideal olarak – sunulmaz; yarılmayla baş etmenin ve onunla birlikte yaşamanın en iyi yoludur, o kadar.” (Mucizevi Göstergeler s 44)

 

Çağımız toplumu üzerine düşündüğümüzde, bireyin toplumsallaşması, onay görmüş bir bütünselliği kapsamamaktadır artık; ancak toplumla çatışabildiğimizde birey olarak varlığımızı gerçekleştirebiliyoruz desek, bunu daha doğru bir şekilde anlatmış oluruz. Hegel’in Hukuk Felsefesi’nde dediği gibi, toplumsallaşma, ancak ve ancak bireyin kendi tikel tatminlerini elde etme hakkını karşıladığı ölçüde adaletli bir şey olarak algılanabilmektedir.

Toplumdan alamadığımız tikel tatminlerin gerçekleşeceği yer ise, nesneler dünyasına muhalif olmayı kendisine birincil ilke edinmiş sanat olacaktır; nesneler dünyasının güdümündeki sanat değil…

Süreç içinde kapitalist tüketim toplumunun önemli bir tüketim nesnesi durumuna gelen fotoğraf ve fotoğraf makineciliğinin bulunmasıyla kapitalist topluma karşı en temelli karşı çıkışa imzasını atmış Marks’ın rüştünün ispatını aynı yıla denk getiren John Berger’i anmadan geçmemek gerekir. (Berger, O Ana Adanmış, s 69)

Susan Sontag, fotoğraf makineleri için, “bilincin elde etmeye yönelen uzantısıdır” diyor ve fotoğrafla gözü karşılaştırırken “fotoğraf makinesinin gözün asla yapamayacağı bir şeyi yapabildiğini, görüntüyü dondurabildiğini vurguluyor” vurgulamasını yapıyor. (Berger, agy, s 71). Bilinç ve göz yanılsamalara açık iken fotoğraf makinesi ve fotoğraf yanılsamaya en aza indirgeyip akla duyguların ve sistemleşmiş metafizik yığılmaların ulaşamayacakları bir özgürlük ortamı sağlamış olmaktadır.

Muhalif sanat, yalnızca toplumsal ve düşünsel yarılmalar için bir direnme gücü vermekle kalmamış, içinde bulunduğumuz koşulları değiştirebilmek doğrultusunda savaşım kaynağı da olabilmiştir.

Tam da bu noktada, ilk bakışta, var olanın saptanması gibi bir işleve yönelmiş olduğu sanısı veren fotoğraf sanatının yaşamın değiştirilebilmesi, insan için daha yaşanası kılınabilmesi doğrultusunda önümüze açtığı ışığı görüyoruz.

Aranızdan bulunmaktan onur duyduğum siz ASFADlı dostlarla yaşadığımız Hasanoğlan deneyimi, sanat ve kültür üzerine ortaya konmuş tüm kuramsal söylem ve kavram tartışmaları için olağanüstü olanaklar sağlamıştır.

Biliyoruz ki, bizler, Yeni Kuşak Köy Enstitülüler ve dostları, YAPIDERliler, öğrenci kardeşlerimiz, değişik sanat alanlarının temsilcileri siz fotoğraf sanatının gönüllüleriyle tanıştı Hasanoğlan’da; uzaybilimden hukuka birçok alanda önemli işlevsellikleri olan fotoğrafçılık sanatı da, Hasanoğlan’da tarih, estetik, eylem ve coşkuyla buluştu. Hasanoğlan deneyimi, oraya katılan tüm dost ve arkadaşlarımız için müthiş bir zenginlik, yaşam kaynağı oldu.

Şimdi, tam da bu noktada fotoğraf sanatının muhalif ve yenileştirici sanatla ilişkisini vurgulamak bakımından elimize önemli bir olanak geçtiğini görmekteyiz.  Hasanoğlan yerleşkesinde gerçek bir müze olma şansı bile kendisine verilmemiş müzedeki fotoğraflar olmasaydı, ya da Temmuz ve Ekim etkinlikleri sırasında siz AFSADlı dostlarımız tarafından zamana verilen o müthiş saptama ve hareket olanağı olmasaydı, bugün, gün geçtikçe yeni katılımlarla çoğalan Hasanoğlan eylemliliği olabilir miydi? Ya da bugünkü gücüne ulaşması olanaklı mıydı?

Hasanoğlan’da yaşadıklarımız ve sonraki evrelerde Hasanoğlan üzerine yaptığımız etkinliklerin düşünsel boyutunda Kant’ın sanat için öngördüğü “Amaçsız amaçlılık” kavramı üzerine akıl yürütme olanağı bulduk. Sanatı yaşama etkin katılımın dışında tutma eğilimi olarak da görülen bu tanımlamayı şimdi daha somut veriler ışığında bir kez daha usavuruma uğratabiliriz. Biz orada yalnızca bir gerçekliğe dikkat çekmek için bulunmuyorduk. Biz orada aynı zamanda kendi bedensel ve ruhsal olanaklarımızın ayrımına varabilmenin yolculuğunu yaşadık. Aynı zamanda geleceği aydınlatmaya çalıştık. Yalnızca kendimize değil, içinde bulunduğumuz topluma, düşünsel karmaşaya da elle tutulur, gözle görülür açılımlar getirdik, yaşamımıza yeni haz kaynakları kattık.

Hasanoğlan’da, Max Raphael’in “nesneler dünyasını parçalamak ve bir değerler dünyası kurmak” olarak tanımladığı sanatsal amacı yaşama geçirdik. (John Berger, O Ana Adanmış, s 23).  

Yaşasın insanca, dostça duygularla, imececi bir ruhla bizi sarıp sarmalayan bu yeni değerler dünyası, yaşasın AFSAD ve AFSAD dostları…