ZEBANİLERİN KARŞISINDA BİR GÜLMECE USTASI: AZİZ NESİN

Ortaçağ egemeni despot krallıkların, derebeyliklerin ve din baronluklarının halkı egemenlik altına almak için kullandığı en önemli araçlar, cehennem korkusu ve kasvetli din bilinmezlikleriydi.

Halk kültürünün din ve derebeylik şiddeti karşısındaki dayanağıysa, pazar diliydi, tuhaflıkların birlikte olduğu şenlik zamanlarıydı, halk hikâyeleriydi, dini metinlere kadar sinmiş özü sözü bir, küfürsüz konuşmayan, belden aşağı dokunmayı hiç unutmayan masal kahramanlarıydı… Halk, karnaval zamanlarında tüm hiyerarşileri altüst eder, en buyurgan despotlara kıçıyla gülerdi.

Ortaçağ boyunca halk yığınları, derebeylik ve kilisenin korku politikalarına karnaval- fiesta – şenlik günlerinde korkunun sembolü olan cehennem gemilerini yakarak yanıt verir… Rönesans da bu gülme kültürü üzerinden yükselerek, hayat üzerindeki karanlığı, kasveti, tartışılmayan buyruklara bağlı tekil dilleri yıkar; çoğul ve şenlikli bir dil kurar.

Yozlaşmış Osmanlı imparatorluğunun Anadolu topraklarını kesimci bezirganlara, üretici halkı tefecilere mahkûm ettiği yüz yıllarda, Anadolu, halk hikâyeleriyle, Karagöz, Keloğlan. Köroğlu, Orta Oyunu, seyirlik köylü oyunlarıyla direndi soyguncu ve despot saltanata…

Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra yazıda kendi dilini kullanma olanağı bulabilmiş Anadolu halk kültürünün yeniden doğuş çabasının, Anadolu Rönesansı’nın en önemli ayağı Köy Enstitüleri ise, o anıtsal çabanın yanında anılması gereken diğer kollar, Aziz Nesin öncülüğündeki Marko Paşa ile sembolleşip edebiyat ortamına ulaşan gülmece kültürü ve Nazım’ın tüm ölçülere, kurallara meydan okuyan, halk kültürüyle anolojik bir ortamda beslenen şiir dilidir…

1992 yılının 3 Temmuzunda Sivas’ta cehennem kültürünün kışkırttığı zebaniler gülmece ustası Aziz Nesin’i diğer Anadolu kültür ve sanat elçileriyle birlikte yakmaya çalıştılar… Anadolu Ortaçağı’na karşı bir Rönesans olmaya çalışmış Cumhuriyet’ten bir parça daha intikam aldılar; cehennem korkusuyla Anadolu’yu yüz yıllardır sömüren yoz saray saltanatının, tefeci bezirgân soygunculuğun ateşi oldular…

Aziz Nesin’in önderi olduğu gülmece dergilerinin de, kitaplarının da, Nazım Hikmet şiirlerinin de en büyük destekçisi ve hatta savaşçısı Köy Enstitülü öğretmenler olmuşlardı.  

Köy Enstitüleri’nin kurucusu büyük kültür devrimcisi Baba Tonguç’un “Biz Anadolu’da korkuya karşı savaş veriyoruz” sözü hiç unutulmamalıdır. Korkuya karşı savaşın en etkin silahı olan gülmece kültürünü ve tuhaflıkları buluşturan grotesk öğeleri Köy Enstitülü yazarların yapıtlarında metnin derinlerine sinmiş çok farklı bir renk olarak görürüz. Köy Enstitülü yazarların yapıtları, Bahtin’in Rönesans öncüsü saydığı Rabelais romanıyla çok önemli koşutlukları vardır (ayrıntılı bilgi için Türk Romanında Karnaval, Anadolu Rönesansı)…

Ertuğrul Gazi öncülüğündeki Kayı boyunun Anadolu’ya taşıdığı, toprakta özel mülkiyet ve Bizans derebeyleşmesi yerine seçenek olarak kurduğu Tımar sisteminin Yavuz’un Sultan halifeliği, Kanuni’nin Sultan Süleymanlığına geçişte örselenmesi ve Kesim (Mukataa) sistemi ile tefeci bezirgân zümreye peşkeş çekilmesi sonucu halkla sarayın arasında Yıldırım Beyazıt zamanında başlayan çözülme, gemi iyice azıya alır. Anadolu ve Rumeli topraklarında imece gelenekli köylülüğü sömürdükçe semiren derebeylik, Kayı boyu ve diğer göçebe kavimlerin Anadolu kan toplumu vuruşlarını silmeye davranır; yedi bin yıllık egemenliğini yeniden kurar.

Anadolu Ortaçağı son derece karmaşık toplumsal ilişkiler içerir. Bir yanı Bizans ve Arap sınıflı toplum yapısının, saray despotluğunun kültürel yozlaşması içindedir, bir yanı Horasan ve Hazar boylarından gelen kandaş toplum gelenekli göçebe akınlarıyla beslenir; insan kardeşliği okşayışlarıyla imece-dayanışma duyguları yenilenir.

Ortaçağ’ın Anadolu ve Rumeli somutlaşması olarak toplumsal işlevini tamamlayan Osmanlı saltanat ve hilafetinin yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti, birçok siyasal akım ve ideolojiden, en çok da Avrupa Ortaçağı’nın din ve derebeylik zulmüne karşı bir insan ayaklanması olan Fransız İhtilali’nin ilke ve deneyimlerinden, kültüründen yararlanmıştı. Anadolu Rönesansı’nın en önemli özelliği Batı’daki gibi serbest rekabetçi kapitalizmin ilerici, devrimci çağında değil, emperyalist gericilik çağında gerçekleşmiş olmasıdır. Bu nedenle de yarım kalmış bir Rönesans çabası olarak kaldı… Özellikle de 1945 yılından sonra kapitalizm öncesi üretim biçimleriyle kardeş kardeş geçinmeyi öğrenmiş, hatta onunla diş tırnak gibi iç içe geçmiş Finans Kapital’in Ortaçağ’a dönüş hamleleriyle adım adım söndürüldü.

Rönesans gülme felsefesinin ve kültürünün bir ayağı da antik Yunan geleneğidir. Hippokratik roman da, Demokritos’un deliliğine yönelik aforizmalar da felsefi bir nitelik taşıyordu. Bu felsefe, insan yaşamında tanrılarla ve ölümden sonraki yaşamla ilgili yersiz korku ve umutları hedef almıştı… Hippokratik Roman, gülmenin iyileştirici etkisini işliyordu.

Batı Rönesansı’nın gülme felsefesinin ikinci kaynağı ise Aristotales’in ünlü formülüne dayanmaktaydı. Aristo’ya göre, Gülme, “tüm canlı yaratıklar içinde yalnızca insana bahşedilmiştir.” Bu yorum, Rabelais’nin Gargantua’ya giriş şiirinin son dizelerini oluşturmaktadır.

“Gülen kitap yeğdir ağlayan kitaptan / Gülmektir çünkü insanı insan eden.”

(Gargantua, Çev. Sebahattin Eyüboğlu, A. Erhat, V. Günyol, İş Bankası Yayınları 2002, s 27)

Köy Enstitüleri Anadolu girişiminin önemli destekçilerinden olan bir ayağı Batı’da, bir ayağı Anadolu soyluluğundaki Eyüboğlu ailesinin Sabahattin kolu, 1930’lu yıllardan başlayarak yıllarca Gargantua çevirisinin ardından koşmuştur. Bu seçim çok önemlidir…

Aristo’ya göre, bir bebek kırkı çıkmadan önce gülmez; ancak kırkı çıkıp gülmeye başladıktan sonra insan olur. “Rabelais ve çağdaşları da, Plinus’un yalnızca tek bir insanı yani Zerdüşt’ün doğar doğmaz gülmeye başladığı yolundaki sözlerinden haberdarlardı; bu, Zerdüşt’ün kutsal bilgeliğinin kehaneti olarak yorumlanıyordu.” (M. Bahtin, Rabelais ve Dünyası, s 97)

Rönesans’ın gülme felsefesinin üçüncü kaynağı Anadolu’dan, Samsatlı Lukianos’tan gelir. “Menippos ya da Ölüler Diyarına İniş” ve “Diyaloglar” adlı yapıtlarında Lukianos gülmenin ölüler diyarı ve ölümle, ruhun özgürlüğüyle ve konuşma özgürlüğüyle bağlantısından söz eder.

 

Rönesans ve Aziz Nesin…

Cumhuriyet’in Anadolu halk kültürünün üzerine Osmanlı’nın attığı yasaklar ve karanlıklar örtüsünü kaldırmasıyla, bu kültür içinde kandaş toplum geleneklerini besleyen Karagöz oyunu, Nasreddin Hoca ve Keloğlan hikâyeleri, Köroğlu ve diğer halk hikâyeleri de yazılı kültüre taşınmaya başlandı. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nin kuruluşu, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü ve diğer enstitüler arasında kurulan canlı ilişkiler ile, dinamik halk bilim çalışmalarının önü açılmaya başladı.

Tam da bu ortamda gülmece kültürünün önemli bir temsilcisi, hatta edebiyat ortamındaki kurucusu olarak Aziz Nesin önemli bir işlevi yerine getirmeye, yeni bir çağın kapısını açmaya davrandı. Gülmece kültürünü yazın alanının her türüne aktararak edebiyat ve kültürde büyük bir değişim, dönüşümün öncüsü oldu.

Aziz Nesin’in en önemli özelliklerinden birisi de edebiyatın hemen her türünde eline kalem almış, geride önemli yapıtlar bırakmış olmasıdır. Öyküden romana, masaldan anıya, şiirden taşlamaya, fıkradan oyuna büyük bir telaş ve görev anlayışı içinde elinin, düşünce dünyasının yettiği her yerde gülmeyi, dalga geçmeyi egemen kılmaya çalışmıştır. Yaşamın her alanındaki gülerek dalga geçen imgeleri, parodik ve ironik bir biçemi edebiyat alanına taşımıştır.

Aziz Nesin gülmecesi, olmuş bitmiş, her şeye tepeden bakan bir seçkinin gülmece anlayışı değildir. Halk kültürünün birçok türünde, Keloğlan’da, Karagöz’de, Orta Oyununda,  Nasreddin Hoca’da olduğu gibi, yeri geldiğinde gülünç olanın içine kendisini de katabilen bir şenlik patlaması, bir karnaval gülmesidir. Onun kurduğu, yazın alanına taşıdığı metinlerin anlatıcısı halktan biridir, sıradan bir hikâye anlatıcısıdır. Bir halk hikâyesi, bir masal anlatır gibi kurar metnin ana dokusunu.

Aziz Nesin, gülmeceyi kullanarak yanılgısız bir bildirim, kesinleşmiş bir evrilme, kutsanmış bir son göstermeye çalışmaz. Onun hemen tüm eserlerinin sonunda laf cambazları, düzenbazlar yine ayakta kalmaktadır.

Ölümsüz başyapıtı olan günümüz dalavereci politikacıları için sembol bir örnek gibi görebileceğimiz Zübük adlı roman anımsanırsa, Aziz Nesin’in bir “nihaileştirme” ardında olmayan çoksesli yazar tutumu daha somutça görülebilir. Kasaba halkı, başlarına bela olan Zübük’ten kurtulabilmek için her yola başvurur, bütün önlemleri almaya çalışır; geçici başarılar kazanır. Ancak, Zübük romanın sonunda yine ayaktadır, yine insanları kandırırken sıkıntı çekmemektedir…

“Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz”da kayıtlarda yaşamıyor olarak görünen kahramanımızın başına gelmedik iş kalmaz. Ne yaparsa yapsın bürokrasi karşısında yaşadığını kanıtlayamaz, kendini yaşıyor olarak kabul ettiremez. En son düştüğü cezaevinde adam kandırmayı, dolap çevirmeyi öğrendikten sonradır ki, Yaşar’ın hayatı kolaylaşır… Toplumsal ergenleşme sürecini tamamlamış olur…

Anadolu coğrafyasında yeniden egemenlik kurmaya başlayan Ortaçağ kasveti ve korkusu karşısında, Aziz Nesin’in ve onun gülmecesinin anlamı bir kez daha çoğalıyor. Saygıyla anıyoruz…

 

16 Eylül 2015, Alper AKÇAM

 

Kaynakça:

François Rabelais, Gargantua, Çev. Sebahattin Eyüboğlu, A. Erhat, V. Günyol, İş Bankası Yayınları 2002,

Mihail Bahtin, Karnavaldan Romana, Çev.: Cem Soydemir, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2001

Mihail Bahtin, Rabelais ve Dünyası, Çev.: Çiçek Öztek, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2005