BU ÜLKENİN KADERSİZ AYDINLARI…

Bu ülkede halkını, toprağını, hayatı çok seven, kendisini sevdiklerine, inandıklarına adayan aydın insanlar çok şeyler çektiler… Sürüldüler, dövüldüler, sövüldüler, hakaretlere uğradılar, çok zulümler gördüler…

Çok uzak gurbetlerde yaşamak zorundayken ülkelerine giden gemilerin paslı saclarına dokundukça elleri titredi kimilerinin, gözyaşları döktüler…

Sabahattin Ali adı ilk akla gelenlerden. Şimdilerde kitapları yüzbinlerle satıyor olsa da, o güzel insanı hayata, kızına ve karısına doymadan, ülkesinden kaçmak için yollar aramak zorunda bıraktılar; daha hayatının baharında, en üretken çağında, kırk bir yaşındayken kıydılar…

Sevgili ağabeyim, baba dostu, öğretmeni babası Hamit Özmenek ve annesinin emek verdiği o kutsal okullardan ötürü kendisine “Ben Köy Enstitüsü mamulatıyım” diyen Varlık Özmenek’in de yeğeni, ricam üzerine bir yıla yakın bir süre YKKED Ankara Şube’nin saymanlığını da yapan Murat Özmenek’in yeni yayımlanan kitabı bu acımızı bir kez daha yineledi; bu ülkedeki bağnaz ve çıkarcı gericiliğin ne kadar acımasız olduğunu, devlet denen kurumun halkını ve milletini seven aydınlarına karşı nasıl gaddarca davrandığını bir kez daha gözler önüne serdi…

Çok güzel bir kitap hazırlamış Murat kardeşim. Icığına cıcığına araştırmış. Birçok kaynağa uzanmış, önemli bilgilere ulaşmış, bu ulaştıklarını, bulduklarını çok başarılı bir dil ve üslup ile kaynaştırmış kutluyorum kendisini; gözlerinden öpüyorum…

Sabahattin Ali gerçeğinin bir ucu bu yıl 81. Kuruluş yıldönümünü kutladığımız Cumhuriyet tarihimizin yüz akı Köy Enstitülerine de uzanıyor… 

Sonradan Sabahattin Ali'nin o okula girmesine izin verildiği için (O Sabahattin Ali ki, bir yandan devletin Tercüme Bürosu’nda da çalışmış, Devlet Konservatuvarı’nda Almanca öğretmenliği de yapmıştır) Hasanoğlan Köy Enstitüsü yöneticileri ve öğrencileri hakkında soruşturmalar açılır, Devlet Konservatuvarı'nın ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın kurucusu, dokuz yıl kadrolu olarak Türkiye Cumhuriyeti’ne hizmet etmiş tiyatrocu, sanat insanı Carl Ebert’in yanında çevirmen olarak geldiği Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde öğrencilerin isteği üzerine Rüzgâr adlı şiirini okur (Carl Ebert sonradan yayımladığı hatıralarında Türkiye'de gerçekten arkadaş olabildiğim tek aydın diye söz edecektir Sabahattin  Âli’den). Şiirde rüzgârın gördüğü kötülüklerden yılmış, temizliğine, saflığına sığınan bir aydının iç sesi vardır “İnsan olmak dokunuyor haysiyetime,” demektedir…

Müdürleri Hürrem Arman’ın uyarılara rağmen gizlice onun odasına girmeyi başaran Mehmet Başaran anlatıyor. “Biraz önce şiirimin bir yerinde söylediğim o dizeyi değiştireceğim (…) Sizleri, Hasanoğlan’ı, Enstitü’yü gördükten sonra düşüncelerim değişti. Umutlarım tazelendi. O dizeyi şöyle düzeltmek istiyorum sizin önünüzde:

Gayrı insan olmak dokunmuyor haysiyetime...”

O güzel insana, Sabahattin Ali’ye kıyanlar onun umutlarını tazelediği, insanlığından utanmadığı Yüksek Köy Enstitüsü’ne de Hasanoğlan’a da, 21 diğer enstitüye de kıymakta gecikmeyeceklerdir. O okullarda birer barış güvercini, birer kültür hazinesi gibi yetişmiş kavruk köylü çocuklarını yaralı kuşlar gibi kanlar içinde bırakıp açığa alacaklar, görevlerinden uzaklaştıracaklar, sorgulayacak, tutuklayacaklardır. 

Bugün de en rezil örneklerini gördüğümüz satılık basın organları hiç utanmadan o enstitüler ve yöneticileri hakkında iftiralar yağdıracak, halkı üzerlerine kışkırtacaklardır…

“Köy Enstitüleri’nde şarap ve domuz eti propagandası yapılması hususunda İsmail Hakkı Tonguç’un resmi öğüdü…” (Büyük Doğu Dergisi 8 Nisan 1949)…

Birkaç gün önce toprağa verdiğimiz değerli halkbilimci İlhan Başgöz’e lise öğretmenliğini çok görüp komünistlikten tutuklayanlar onlardır (o İlhan Başgöz ABD’de profesör oldu, Amerikan Folklor Derneği’nin başkanlığına seçildi), Özel yasa çıkarıp Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ndeki halkbilim kürsüsünü kapattıkları Niyazi Berkes’e “Kaçmazsan senin sonun da Sabahattin Ali gibi olur” diyenler onlardır; haklarını, yurtlarını çok seven İsmail Hakkı Tonguç’u, Fakir Baykurt’u, Dursun Akçam’ı bu ülkenin yurttaşı olarak de doğup büyüdükleri için pişman etmeye kalkan yine onlardır…

Bir de bu ülkenin kendini şanslı sayan, her dönemde el üstünde tutulan, yelkenlerini güçlüden esen rüzgârla şişirip yol almayı başarmış uyanık aydınları vardır… Kitapları yüzbinlerle satar; kendilerini egemen kültürün kaymağını yiyerek keyif çatar. Kendilerini ayrıcalıklı sayarlar, kimileri hiç etliye sütlüye karışmaz, dünya yansa onun bir tek kıymığı yanmaz… Kimileri kendilerince ahkâm da keserler; kendi ülkesinin değerlerini, inançlarını, kendi garip halkının aldanışlarını egzotik kılıflara sarıp dünyanın egemenlerine satarlar…

Bir zamanlar benzer bir Slav yazar varmış… Bizim Baba Tonguç’a çok benzettiğim o güzel kültür insanı, Beyaz Zambaklar Ülkesi’nin Snellman’ı, o yazara ülkesinin çok uzaklarında, Berlin’de bulunduğu bir sırada, onurlarına verilen bir yemekte karşılaşmış.  

Yemeğin sonunda yazara gelişmiş ülkelerin geri kalmış halklara tepeden bakışlarıyla, küçümseyişleriyle ilgili uzun bir konuşma yapar Snellman. Slav halkını Alman ve Avrupa toplumu için bir tür gülünçleme konusu yapmış ve onunla başarı kazanmış olan yazar, büyük bir sıkıntı duyarak başlar konuşmayı dinlemeye… Snellman için “sıkıcı bir aptal,” diye düşünmektedir. Konuşmanın sonunda ise müthiş bir iç gerginliği, bir değişim duyar kendinde. Snellman’ın elini öpmeye davranır. 

Snellman ertesi gün kendi bataklık ülkesine (Suomi-Finlandıya) döner. 15-20 gün sonra Viyana’dan gelen bir mektup alır. İmzasız mektup beş satırdan oluşmaktadır: “Siz ruhumu altüst ettiniz. Yeni şekilde yaşayamam. Eski şekilde yaşamak iğrenç. ‘Umutsuzca ama dikkatsizce’ öldürüyorum kendimi. Köpek, köpek gibi ölür.” (Beyaz Zambaklar Ülkesi, s 138)

Slav yazar intihar etmiştir.

Gel şimdi bizim kendini şanslı sayan o yanar döner aydınlarda, o ülkesinin garipliğini FETÖ’den tutun CİA’ye kadar satan, kitapları satış rekorları kıranlarda böyle bir onurlu davranış ara… İşin ilginç tarafı, gittiğiniz hemen her mürekkep yalamış geçinenin evinde de nabzı hayatın gerçeğinin içinde namusuyla vuran, ömrünce saldırıya uğrayan kadersiz yazarlardan önce o sahtekârların kitaplarını başköşeye dizilmiş olarak görürsünüz… 

Ama bu topraklarda, bu güzel ülkede hırsızlardan, yalancılardan, çıkarcılardan, ikiyüzlü sahtekâr politikacılardan, kendini şanslı sayan o uyanık aydınlardan önce sürülenlerin, dövülenlerin, öldürülenlerin, o güzel insanların şerefleri, o yiğitlerin adları ve anılar kalacaktır…

Selam olsun çektikleri acılara…

Selam olsun Murat Özmenek kardeşime… Eline, emeğine sağlık; gözlerinden öpüyorum. 

06 Mayıs 2021, Alper Akçam