KÖY ENSTİTÜLERİ’NİN 75. YILINDA TÜKENMEYEN KAYNAK ANADOLU’YLA YENİDEN KUCAKLAŞMAK…

O yapıların yakınından geçerken de Başaran amcamın “Koçero” diye andığı, yaşamı sırasında öyle adlandırdığı, benim de aynı sınıflarda okurken kokusunu aradığım, çarıklı ayaklarıyladilenci sanısıyla üç kez kovulduğu Ardahan 23 Şubat İlkokulu’nu bitirdikten sonra Cılavuz Köy Enstitüsü ocağından ünü ülke sınırlarını aşmış bir yazar, Kırıkkale’den taşıdığı arkadaşlarıyla Ankara’da ilk öğretmenler yürüyüşünün önderi olmuş, Türkiye Öğretmenler Sendikası’nda Fakir Baykurt’la birlikte on binlerce öğretmenin yoldaşlığıyla öğretim yaşamını alt üst etmeyi başarmış, ülkenin devrimci dönüşümüne kendinden çok şey katmış “Kafdağı’nın Çarıklı Çocuğu” babamın hayat hikâyesini bir kez daha anımsarım.   
Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Ankara şube başkanı olana kadar sıkça katıldığım Köy Enstitüleri ile ilgili anmalarda hep ah vah sesleri yükselir, o bir ayağını Anadolu kültürüne, bir ayağını evrensel bilgi ve estetik kaynağına basmayı başarmış mucize okulları kapatanlara lanetler okunur, orada kalınırdı.
İzmir’den Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Genel Başkanı sevgili Kemal Kocabaş, Ankara’da şube kurma girişimi için aradığında, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı ile mutlaka görüşülmesi gerektiğini söylemiştim; o da Vakıfla güç birliği içinde bir çalışma yapmak istediklerini bildirmişti. Sonuçta Vakfın da katılımıyla şube kuruldu, Vakıf yönetim kurulundan birçok kişi de derneğe üye oldu.

İlk yıllar etkinliklerine ve tüm toplantılarına katılıyor olmama karşın YKKED Ankara Şube yönetiminde görev almak istemedim. Türk Romanında Karnaval ve Anadolu Rönesansı adlı kitaplarda yayınlanacak yoğun bir çalışma içindeydim; bugün yaşadıklarımızın habercisi saydığım, Anadolu topraklarının başına örülmek istenen bir kirli çoraba karşı tüm kültür ve edebiyat dünyasını uyarmak gibi bir görevle sorumlu kılmıştım kendimi…

2008 yılı Mart ayında, olağanüstü bir genel kurulla dernek ihalesi kaçınılmazca bana kalınca, ilk yapmam gereken şeyin enstitüleri devrimci bir bakış açısıyla görebilmenin, köylerin kavruk çocuklarını yıldız savaşlarına yollayan o ocakların ateşinin arka yüzünü araştırmanın, enstitüleri kuran düşüncedeki tözü bugüne taşımanın, genç kuşaklara o mucizevi coşkuyu ve özgür, üretken yöntemin temellerini aktarmanın, o mucizeyi bugünkü koşullar altında tartışmanın olanaklarını zorlamak olduğunu anlamıştım. 

Yeni Kuşak Köy Enstitüler Derneği Ankara şube başkanı olarak katıldığım ilk etkinlik Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı’nın düzenlediği 17 Nisan 2008 tarihli, Hasanoğlan’da yapılan Köy Enstitüleri’ni anma etkinliği oldu. Derneğimin yoksul bütçesini işe karıştırmayarak yaptırdığım bir çelenkle birlikte, önceden de haber vererek tören alanına katıldım. O zaman henüz belediye olan Hasanoğlan’ın belediye başkanı, birkaç Hasanoğlan’lı (lı da ayrı oluyor muydu?)yurttaş ve Ankara’dan Çankaya Belediyesi’nin sağladığı iki otobüsle gelmiş yüze yakın katılımcı vardı. Kürsüye giderek söz verilirse derneğimiz adına kısa bir konuşma yapmak istediğimi bildirdim. Birkaç konuşmadan sonra da isteğimi yeniledim.

Söz verilmedi. Tören biterken bir karışıklık olduğunu, adımın unutulduğunu söylediler.
O koca Köy Enstitüleri’nin, Yüksek Köy Enstitüsü’ne de analık etmiş o üretken toprağın, onlarca yapının, amfi tiyatronun görülmeden, böylece bir törenle geçiştirilerek anılması olacak iş değildi. Farklı şeyler yapılmalıydı. 

O güne kadar düzenli toplantı yapamamış, bir dernek kapısı ve önemli bir etkinliği olmamış YKKED Ankara Şube’ye adres verebileceğimiz bir yer bulduktan, düzenli ve gündemli toplantı yapma anlamında derneğe bir çekidüzen verdikten sonra, yöre dernekleriyle ortak etkinlikler yapmaya, Köy Enstitüleri’ni kent çevresindeki semtlere, üniversitelere taşımanın yollarını araştırmaya koyulduk. Demokratik kitle örgütlerine ve üniversite gençlik topluluklarına çağrı yaparak 2 Temmuz 2009 tarihinde “Ot Yolalım, Yol Alalım” sloganı ile çürümeye terk edilmiş, tinercilere, balicilere yurt olmuş Hasanoğlan’daki virane enstitü binalarında bir kamp çalışması başlattık. Çoğunluğu üniversite öğrencisi 200’ün üstünde insanı oraya taşıyarak köy enstitüsü çalışmalarından ve yaşamından örnekler vermeye çalıştık. Sabahları davulla uyandık; işlikler kuruldu, kitaplar okundu, resimler çizildi, müzik dinletileri gerçekleştirildi, belgeseller izlendi, tartışmalar yapıldı, kazma kürekle, tırmıklarla, süpürgelerle çalışıldı, hurdalıklar temizlendi…
Bu çabaya katılmak isteyen meslek odaları, demokratik kitle örgütleri, sanatçı dernekleri ile birlikte 29 Temmuz 2009 tarihinde ODTÜ Mezunları Derneği’nin Vişnelik yerleşiminde yaptığımız bir toplantı ile Hasanoğlan Çalışma Grubu’nu oluşturduk. Hasanoğlan Çalışma Grubu’na katılan demokratik kitle örgütü, sanatçı derneği, meslek odası sayısı otuzu aştı.
2009 Ekim ayı başında Hasanoğlan kamplarını ikiledik… 2 Kasım 2009 günü, ODTÜ Mimarlık Amfisi’nde ODTÜ’lü öğrencilerin, Eğitim Topluluğu’nun özverili katkısıyla konuya ilişkin duyarlılığı çoğaltabilmek için Ankara’daki dört devlet üniversite eğitim fakültesinin dekanını bir araya getirmeyi başardık. 

2010 yazında Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin öncülüğünde Hasanoğlan’da bir Yaz Okulu daha düzenledik; o güne kadar yapılmamış köy enstitüsü binalarının röleve çalışmalarını tamamladık. Yüksek Köy Enstitüsü yapısında bulunan kütüphanedeki 20.000’i aşkın kitabın kaydının yapılmasını sağladık. Üyelerini etkin olarak etkinliklere katan Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Okulu Mezunları Derneği, Hasanoğlan Çalışma Grubu’na büyük bir coşku kazandırdı. Aynı okulun mezunu olan Elmadağ Belediye Başkanı’nın da konuya ilgi duymasıyla yıkılmakta olan sinema binası ve müzik işliğinde onarım çalışmaları başlatıldı. Bu çalışmaların istediğimiz hızda, boyutta ve güzellikle olmadığını görüyor olmak bizi üzmekle birlikte, iktidar odaklarının yıldan yıla çoğalttığı baskı ve engellemelerine rağmen Hasanoğlan konusundaki atılan o küçük adıma, beş yıldır Hasanoğlan’da HASANOĞLAN ONURUMUZDUR başlıklı, köy çocuklarının kurduğu amfi tiyatroda binlerce kişinin katıldığı 17 Nisan etkinlikleri yapılıyor olmasına, Köy Enstitüleri kavramının kamuoyunda kazandığı algı olumluluklarına bakıp biraz olsun avunabilmekteyiz.  

2015 yılının “75. Yıl” etkinlikleri için çalışmaya da aylar önce başladık. Genel etkinlikler için Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Okulu Mezunları Derneği’ne çağrı yaptık. Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği olarak aynı zamanda ODTÜ ve Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ne de etkinlik önerileri götürdük. 15 Nisan 2015 tarihinde ODTÜ, 16 Nisan 2015 tarihinde Hacettepe Üniversitesi’nde “Köy Enstitüleri’nden Günümüze Kültür ve Eğitimimiz” başlıklı etkinlikler büyük ilgiyle izlendi. Hacettepe, Beytepe yerleşkesindeki koca salonda oturacak yer bulamayan öğrenciler yerlere oturarak etkinliğe katıldılar.

 

 

TÜKENMEYEN KAYNAK ANADOLU adını verdiğimiz, ÇYDD Ankara Şubesi, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi, Hasanoğlan Atatürk Okulu Mezunları Derneği ile birlikte düzenlediğimiz etkinlikler 17 Nisan 2015 günü Ankara Üniversitesi Cebeci Yerleşkesi’nde ATAUM Salonu’nda başladı. Özellikle öğrencilerin oluşturduğu EYAT (Eğitimde Yaratıcı Drama Topluluğu)’nun sahnelediği “Sahipsiz Hasat, Sahipli Vasat”adlı canlandırma izlenmeye değerdi.

 


18 Nisan 2015 Cumartesi günü, Ankara Barosu Eğitim Merkezi (ABEM) salonunda Halkevleri, Ankara Tabip Odası, Ankara Barosu, DİSK, Ziraat Mühendisleri Odası, ÇYDD Genel Merkezi, Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Bilim Ütopya Kooperatifi’nin katılımcı olduğu, KESK, Eğitim-İş, Eğit-Der, Ulusal Eğitim Derneği’nin konuk konuşmacılarla katıldığı ANADOLU’YLA YENİDEN KUCAKLAŞMAK başlıklı forumda Köy Enstitüleri anıtsal geçmişinin ruhuyla yola çıkarak bugüne ulaşabilmenin, aydınlarla ve kitle örgütleriyle özellikle kentleri çevreleyen semtlerdeki halk yığınları arasındaki kopukluğu giderebilmenin, ülke sorunları çevresinde yapılabilecek somut işbirliğinin olanaklarını konuştuk.


19 Nisan Pazar günü hazırlanmasında Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Okulu Mezunları Derneği’nin öncülük ettiği HASANOĞLAN ONURUMUZDUR ŞENLİĞİ ile etkinlik dizisini büyük bir coşkuyla tamamladık.

 

Tüm bu eylemlilik süreci sırasında Köy Enstitüleri kurucu düşüncesinin devrimci ütopyasını çözümleme çalışmaları da yapılmalıydı… Yıllarca üzerinde kafa yorduğum edebiyat sosyolojisi alanındaki etkin okumalarla Köy Enstitüsü gerçeğini halk kültürünün çoğul gücüyle ilintili bir devrimci çaba olarak tanımlayan taçlanmayı tamamladım: “Batı Rönesansı’nda Rabelais, Türk Edebiyatında Köy Enstitülüler.” Bu özgün tez birçok dergide yayınlandı ve Türk Romanında Karnaval, Anadolu Rönesansı başlıklı kitaplarımda da ayrıca yer aldı. 


2015 yılında yaptığım konuşmalarda İsmail Hakkı Tonguç’un düşüncelerinin Paulo Freire’nin “Ezilenlerin Pedagojisi”, Mihail Bahtin’in “Rabelais ve Dünyası”, Octavio Paz’ın“Yalnızlık Dolambacı”gibi yapıtlarıyla,Antonio Gramsci’nin “Hegemonya ve Sivil Rıza” kavramıyla birlikte, karşılıklı okunması gerektiğine vurgu yaptım. Bu bakış açısıyla, 1924 yılında ülkemizdeki eğitim sorunlarına çözüm yollarına yönelik bir rapor hazırlamak için çağrılmış John Dewey’in 1945 yılında Le Monde’a verdiği demeçte “hayalimdeki okullar Türkiye’de kuruldu” dediği, Dewey’in saptama ve önerilerinden çok farklı bir izlekte, İsmail Hakkı Tonguç’un Pestalozzi, Kerschernsteiner gibi eğitimcilerin çalışması yanında Anadolu gerçeğine ve halk kültürünün çoğul gücüne dayandırdığı Köy Enstitüleri’nin Batı dünyasında ve Latin Amerika’da çıkan kuramsal akımlardan 30 yıl önce yaşama geçirilmiş bir büyük kültürel ve siyasal özgürleşme hareketi olduğunu altını çizerek açıklamaya çalıştım. 


Bu çalışmalar oldukça büyük çaba isteyen, enerji isteyen ve benim özellikle yoğunlaşmak istediğim edebiyata ayıracağım zamanı da elimden alan kahırlı bir emeği gerektirmektedir…
Tüm bu eylem ve düşünsel çaba içinde işin en üzücü yanı ise, arkamdan ve derneğimiz için yapılan bazı dedikodular, yalan yanlış düşünce yürütmelerle kurulmuş düşmanca tutumlardır. 


Bırakınız söz olarak işbirliği, güçbirliği önermeyi, yönetim kurulu kararı ile kiracıları olmak istediğimiz, aynı binayı paylaşmaktan, etkinlikleri birlikte düzenlemekten onur duyacağımızı yazılı bir başvuru elimizde, kapılarına gittiğimiz bir kurumun başındakilerin, “herkes kendi yoluna” diyerek önerimizi geri çevirdikten sonra bu kampanya içinde olmadık uydurma sözlerle arkamızdan yürüttükleri dedikodu kumkuması bizi yaralamaktadır.

Adını da anmak zorundayız, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı ile aramızdaki ilişkiler mücadele azmimizi ve coşkumuzu baltalayan bir gerçeklik olarak hep karşımızda duruyor.

Vakfın kurucularından Dr. Engin Tonguç’un bilinen nedenlerle vakıftan ayrılmış olmasına, yıllar önce YKKED Genel Merkezi ile Vakıf arasında bir etkinlik nedeniyle küçük bir gerilim yaşanmasına karşın hem genel merkezimizin hem de Ankara şubenin vakfa karşı “hasmane” bir tutumu hiç olmadı. Sanıyorum, geçen yıl Köy Enstitüleri ile ilgili çalışmalar yapan birçok dernekle birlikte Vakıf da genel merkezin yaptığı bir ortak etkinlik çabasına çağrılmış idi… Hep yaptıkları gibi, katılmadılar. 

Benim hikâyemde anımsamayı hiç istemediğim çok önemli ayrıntılar var. Yıllar önce, bir cenaze töreni için gittiğim Kocatepe Cami avlusunda Talip Apaydın amca ile karşılaşmıştım. Yanına gidip hatırını sorduğumda, “Alper, Halise ile bir röportaj yapılmıştı, aylardır Yeniden İmece’de yayınlanmıyor, bir nedeni var mı” diye sormuştu. Hiç zaman geçirmeden, hemen orada Kemal Kocabaş’ı aradım ve yazıyı sordum. “Öyle bir yazı yok elimizde,” diye yanıtladı. Talip Apaydın’a durumu aktardım; kendisine yazının gönderilmiş olduğu ama yayınlanmadığı anlatılmıştı…

Olup biteni, bireysel ve duygusal değerlendirmeleri bir kenara bırakıp Köy Enstitüsü davasına güç katacak her türlü özveriden geri durmamalıydık. Şube başkanı olmadan önce de benden önceki başkan, Köy Enstitülü “Musa Emmi”mizin kızı, Prof. Dr. Meral Uysal ile birlikte kapılarını çalmış, birlikte çalışmak, hatta uygun görürlerse derneği de haftalık toplantılarını olsun orada yapabilmek için vakfın bulunduğu yere taşımak istediğimizi söylemiştik. Aylar, yıllar geçmiş, yanıt alamamıştık. Hep beklememiz gerektiği söyleniyordu. 

Orada bırakamazdık işi, Yönetim Kurulu kararı aldık şube olarak, elimizde yazı, birlikte çalışmak, hatta birlikte oturmak için vakfın kapısını çaldık.  Köy Enstitülü öğretmenlerimin ağzından duydukça üzüldüğümüz, “siz bölücülük yapıyorsunuz, ayrı baş çekiyorsunuz” eleştirilerine de artık bir son verebilmeliydik.

 

 

Vakıf bu başvurumuzu, “herkes yoluna” diyerek geri çevirdi.

 

 

 

Durumdan tüm Köy Enstitüsü sevdalıları da haberdar olsun, enstitülü öğretmenlerimiz daha çok bize yönelen eleştirilerini gerçeği bilerek yapabilsin diye her iki yazının da Yeniden İmece Dergisi’nde yayınlanmasını uygun bulduk.

Yazılar Yeniden İmece Dergisi’nin Temmuz 2009 tarihli 23. Sayısında yayınlanınca da kıyamet koptu. Vakfın ya da vakıf  başkanı telefonda oldukça kaba ve saldırgan ifadeyle, bağıra çağıra “bunları da yaz,” diyerek kolay yenilir yutulur olmayacak şeyler söyledi. Telefonu kapattım; tekrar tekrar aradı. Öfkeyle bağırıp çağırıyor, meydan okuyordu. “Koçero” Dursun Akçam’a hiç yakışmayacak bir oğul suskunluğu ile, belki de Köy Enstitüsü davasında yeni kırgınlıklara yol açmamak için bu olayı da içime atıp sustum.

2015 yılı etkinlikleri sırasında birlikte çalıştığımız dernek temsilcilerine de vakıf başkanınca kullanılmış paylarca sözlerden sonra, bazı Köy Enstitülü öğretmenlerimizin Hasanoğlan’a gitme çağrımıza karşı “siz bölücülük yapıyorsunuz” yanıtlarını da alınca “suskunluğun ve sabrın da bir sınırı var,” dedik ve bunları yazmak zorunda kaldık. Bir yanağına tokat atılınca diğerini uzatanlardan olamazdık. 

Birey olarak kimseyle bir sorunum yoktur; toplumsal sorumluluklar ve eylemlilikler içinde elimden geldiğince bir dava insanı olmaya çalıştım… Kişisel bazı yanlışlar ve saplantılar nedeniyle Köy Enstitüleri gerçeği ve kavramı asla yıpratılmamalıdır. 

Siyaseten de bir demokratik kitle örgütüne ve onun yöneticisine yakışır bir biçimde, bağımsız, sorumlu bir yol izlemeye çalıştım. Tüm soyut siyaset anlayışlarına eşit uzaklıklarda durup halktan ve enstitülerden yana olduğunu savlayanları somut hedefler doğrultusunda bir araya getirmeye çalıştım. 18 Nisan 2015 tarihinde Ankara Barosu Salonu’nda yapılan forum, bu anlamda atılmış çok büyük bir devrimci adımdır.  

Geçmişte yaşanmış olan ve çoğunlukla aynı tarafın uzak olma, uzak kalma davranış seçiminden ve dedikodu biçiminde yürütülen bir kampanyaya karşın, güç ve eylem birliği konusundaki kararımızda bugün de bir değişiklik olmamıştır.

Daha önceki Hasanoğlan ve Köy Enstitüsü etkinliklerinde de eylem paydaşlarımızın “Vakfı da çağıralım” önerisi olumlu bulmuş, her seferinde katılmaları için çağrı yapılmış, ilgili tanıtım malzemeleri paylaşılmıştı.

2015 etkinlikleri içinde de bizimle birlikte düzenleyici olan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Ankara Şube Başkanı Ayfer Yüksel ilgili Vakıf başkanını telefonla aramış ve etkinliğe davet etmiştir. Aynı çağrı ÇYDD Ankara Şube Yönetim Kurulu üyesi ve 75. Yıl etkinliklerinin genel yazmanı, yönlendiricisi, tüm kurumları etkinliklere çağıran Hülya Küçükaras tarafından tekrarlanmıştır. 

Tüm bu süreç ve 75. Yıl kutlamaları sırasında desteğini esirgemeyen dostlarıma, özellikle son dönem seçilen Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Yönetim Kurulu üyelerine içten teşekkürlerimi sunar, dost veya düşman herkesi ülkenin aydınlık geleceği için devrimci sabrını, eleştirel aklını kullanarak işbirliği yapmaya, emeğe saygı duymaya ve imecemize katılmaya çağırırım.

Saygılarımla…

 

26 Nisan 2015, Alper AKÇAM